meme-kanseri3
Memenin İşlevi
Meme; süt bezleri, burada üretilen sütü memebaşına taşıyan kanallar ile bunların arasını dolduran yağ ve bağ dokusundan oluşur. Her meme, kaburgaların üzerindeki göğüs kaslarının önünde bulunur. Memebaşı, areola denen koyu renkli cilt bölgesinin merkezidir. Memeler aynı zamanda lenf denen renksiz sıvıyı taşıyan lenf kanallarını da içerir. Lenf kanalları küçük yuvarlak lenf bezlerine açılır. Memeye ait lenf bezi grupları, başlıca memeye yakın olan koltukaltında, köprücük kemiğinin üstünde ve sternumun (iman kemiği) yanında bulunur. Lenf bezleri, lenf sisteminde olabilecek bakteri, kanser hücreleri ve diğer zararlı bileşenleri tutar.
Memebaşı Akıntısı

Memebaşından masajla veya sıkmakla, her iki memeden ve/veya birden fazla kanaldan, süt rengi ya da yeşil renkli bir akıntı gelmesine normal durumlarda da rastlanabiliyor. Kistik meme yapısında da sıkmakla birden fazla kanaldan gri-yeşil renkli bir akıntı gelebiliyor. Bu tür her iki memede veya tek memede birçok kanaldan, süt rengi veya yeşil renkli akıntılar gelmesi selim belirtiler olarak değerlendiriliyor. Bu durumlarda doktor tarafından muayenede de normal bulgular saptanırsa, hastanın yaşına göre (35-40 yaş altı) sadece ultrasonografi çektiriliyor, sonuç normalse hasta takip ediliyor. Hastaya akıntıyı provoke etmemesi için meme başını sıkmaması tavsiye ediliyor.

Tek memeden ve tek kanaldan kendiliğinden gelen kanlı veya şeffaf renkli akıntılar, sebebi araştırılması gerekli memebaşı akıntılarını oluşturuyor. Bu durumda hemen doktora başvurulması gerekiyor. Hastaya 35 yaş üzeri ise ultrasonografiye ek mamografi de çektiriliyor. Doktor tarafından muayene bulguları, mamografi ve ultrasonografi gibi görüntüleme tetkikleri de normal bulunabiliyor. Gerekli görülürse manyetik rezonans görüntüleme ve/veya duktografi gibi ek görüntüleme yöntemlerinden faydalanılıyor. Son yıllarda akıntının geldiği memebaşındaki kanaldan 1 mm’den ince ışıklı bir aletle (duktoskopi) girilerek, kanal içi bir lezyon olup olmadığı araştırılıyor. Bu tür memebaşı akıntılarında üçte iki oranında selim ancak meme kanseri riskini artıran bir lezyon olan intraduktal papillom, ikinci sırada ise yüzde 9-20 oranla kanser saptanıyor.

Meme Ağrısı

Memede ağrı (mastalji), kadınlarda en sık rastlanan şikayetlerin başında geliyor. Adet öncesi dönemden 2 hafta öncesinde başlayan ve adetin başlamasıyla azalan ağrı, gerilme ve şişkinlik gibi şikayetler en sık rastlanılan durumu oluşturuyor. Adet dönemleriyle ilişkisiz meme ağrıları ise daha önce geçirilmiş bir meme ameliyatına, göğüs duvarı veya boyun kaslarından kaynaklı yansıyan bir ağrıya, hormonal değişimlere, psikolojik sebeplere, kafein alımına ve diyetle bazı önemli yağ asitlerinin eksik alınmasına bağlı oluşabiliyor.

Menopoz sonrası kemik erimesi veya sıcak basmasına yönelik alınan bazı hormonal ilaçlar ya da  psikoterapi ilaçları da meme ağrılarına neden olabiliyor. Memede ağrı nadiren kanser belirtisi niteliği taşıyor. Meme ağrısıyla başvuranların sadece yüzde 3’ünde kanser saptanıyor. Meme kanserli hastaların da yüzde 5’inde memede ağrı şikayeti bulunuyor. Çoğunlukla kitle ile birlikte ağrı olması, memede ani oluşan zararsız selim kistlerle ilgili. Bu kistlerin içindeki sıvının boşaltılması hastanın ağrısını geçirip rahatlamasını sağlıyor.

Meme ağrısı olan hastaların yaşına uygun görüntüleme tetkikleri yapıldıktan sonra normal dışı bir bulgu saptanmaması bile hastanın rahatlamasına ve ağrısının geçmesine neden oluyor. Bu nedenle hasta mutlaka rahatlatılmalı,  muayene bulgularının ve radyolojik tetkiklerin normal olduğu kendisine net bir şekilde söylenmeli. Mastaljide hasta psikolojisi son derece önemli. Kahve veya çay içimlerinin kısıtlanmasının ya da E vitamini gibi uygulamaların ağrıyı azaltıcı etkileri henüz ortaya konamamış durumda. Adetle ilgili veya ilgisiz ciddi meme ağrılarında kas ağrısı, kiste bağlı ağrı, psikolojik nedenler veya kullanılan ilaçlar sorumlu tutulmuyorsa ve bunların dışında başka sebepler olduğu düşünülüyorsa hastalara danazol, bromokriptin gibi, bazı meme ağrısına yol açtığı düşünülen hormonları baskılayan hormonal ilaçlar verilebiliyor. Ancak ciddi yan etkileri bulunan bu ilaçlar nadiren kullanılıyor. Bunun yerine gerekli yağ asitlerini yerine koyma amaçlı yan etkileri yok denecek kadar az olan evening primrose oil tabletleri (çuha çiçeği yağı), balık yağı hapları veya benzer etkili öğütülmüş keten tohumu yiyeceklerle (örneğin yoğurt içinde) kullanılabiliyor. Ancak bu tür uygulamaların etkisi birkaç haftada ortaya çıkıyor ve en az 3-6 ay devam edilmesi gerekiyor. Çok şiddetli ağrılarda  etkisini çabuk göstermesi nedeniyle kısa süreli ağrı kesiciler de verilebiliyor.

 Memede Kistler
İçi sıvı dolu kesecikler olan kistler, memedeki süt kanalı bezlerindeki genişlemeler sonucunda oluşuyor. Her 14 kadından birinde ve sıklıkla 40-49 yaş arasında görülüyor. Genel olarak memedeki kitlelerin yüzde 25’ini oluşturuyor. Kistlerin beşte biri 1 cm’den büyük ve yarısı da birden fazla oluyor. Süt emziren annelerde galaktosel denen içi sütle dolu kistler görülebiliyor. Basit kistlerin yarısından çoğu ilk yıl kaybolurken, yüzde 12’si ise 5 yıl sonra hala görülebiliyor. Basit kistler düzgün ince cidarlı, kompleks kistler ise içinde solid (katı) kısımlar içeren, bölmeli, sıvı içeriği yoğun görünümlü, cidarı düzgün olmayan kistlerdir. USG/MMG’deki ele gelmeyen basit kistler ağrı vb. herhangi bir belirti vermiyorsa takip gerektirmiyor. Adetlerle ilişkili kistler büyüyüp küçülebiliyor. Ele gelen veya ağrılı kistlerdeki sıvı, enjektörle boşaltılabiliyor. Bu sıvı ancak kanlı ise veya birden fazla tekrar eden kistten boşaltılmışsa tahlil için patolojiye gönderilebiliyor. Bu işlem sonrası 3 aylık takipte kist tekrarlamıyorsa ve içeriği kanlı değilse, bu selim veya basit bir kist özelliği taşıyor. Kist içeriği kanlı ise intrakistik kanserler görülebileceğinden örneklerin patolojiye gönderilmesi gerekiyor. Bu nedenle şüpheli durumlarda cerrahi olarak bu tür kistler çıkarılıyor. Benzer şekilde içinde solid yapılar olan kompleks kistlerde kanser görülme ihtimali solid yapı oranı azsa yüzde 0.3, fazlaysa yüzde 23 gibi yüksek bir oranda gerçekleşiyor. Bu solid komponentten biyopsi ve aspirasyon sitolojisi yapmak gerekiyor.
Fibroadenomlar
Kadınlarda memede en sık görülen selim tümör türüdür. Genelde 20-30 yaş arası genç kadınlarda tek bir adet görülüyor. Hastaların yüzde 10-15’inde birden fazla rastlanıyor. Fibroadenomların üçte ikisi basit fibroadenomlerdir ve ek risk faktörü yoksa (aile hikayesi gibi) meme kanseri riskini artırmaz. Kompleks fibroadenomsa ve aile hikayesi varsa meme kanseri riskini 3 kat artırdığı gözlenmiştir. 40 yaş üzeri kadınlarda, büyüme hızı fazlaysa (birkaç hafta içinde birden büyümüşse), 2 cm’den büyükse, meme kanseri açısından aile hikayesi mevcutsa fibroadenomların mutlaka çıkarılması gerekiyor. Ergenlik çağındaki genç kızlarda hızlı büyüyen dev fibroadenomlar (5 cm’den büyük) görülebiliyor. Bunların da cerrahi olarak çıkarılması gerekiyor. Bu tür hastalarda mastektomi veya plastik cerrahi operasyonlara gerek duyulmuyor. Sadece fibroadenomun çıkarıldığı operasyonlarda kozmetik olarak çok iyi sonuçlar elde ediliyor.
Filloides

Tüm meme tümörlerinin yüzde 1’inden azını oluşturuyor. Klinik olarak dev fibroadenomlarla karışıyor. Dev fibroadenomlardan patolojik olarak, klinikte nüks etmesi ve başka organlara yayılmasıyla ayırt ediliyor. Gerek ultrason ve mamografi, gerekse manyetik rezonans görüntülemede fibroadenomlarla filloides tümörlerini ayırt etmek son derece zor. Kalın iğne biyopsi yapılabiliyor ancak güvenilir olmayabiliyor. Kesin ayrım cerrahi olarak tüm kitlenin çıkarılması sonucu patolojik incelemeyle ortaya konuyor.

Filloideste temel tedavi cerrahi olarak kitlenin çıkarılmasıyla yapılıyor. Memede kozmetik olarak yeterli doku kalıyorsa, etrafında 1-2 cm. temiz doku kalacak şekilde meme koruyucu cerrahi yapılabiliyor. Tüm memeyi kaplayan, örneğin 20 cm. büyüklüğünde bir tümör ise onkolojik olarak ancak tüm memenin alınmasıyla çıkarılabiliyor. Memenin alınmasını takiben, aynı seansta plastik cerrahi operasyonlarla protez konulabiliyor. Filloides tümörleri koltukaltı lenf bezlerine yayılmıyor. Bu yüzden koltukaltı lenf bezlerine yönelik bir girişim yapılmıyor. Sıklıkla memede lokal nüksler oluşuyor ve uzak akciğere yayılıyor. Genel sağ kalma oranları selim filloideste 5 yıllık yüzde 91, habis filloideste ise yüzde 82’dir. Selim filloidesli hastalarda tedavi tamamen cerrahi yapılıyor.  Habis vakaların sadece bir kısmına (yüksek riskli olanları) göğüs duvarına ışın tedavisi ve kemoterapi (ilaç tedavisi) uygulanabiliyor. Genel olarak yeterli cerrahi tedavi sonrası bu ek tedavilerin rolü ise tartışmalıdır.

İntraduktal Papillomlar
İntraduktal papillomlar memebaşı ardında süt kanallarından kaynaklanabiliyor veya memenin daha dış bölgelerinde de görülüyor. Memebaşı ardında görülen kanlı memebaşı akıntısının en sık rastlanan sebebini oluşturuyor ve 30-50 arası yaşlarda görülüyor. Genelde süt kanalı içinde 1 cm’den küçük,  3-4 mm’lik tümörler olarak görülüyor. Memenin dış bölümlerinde görülen papillomlar daha genç hastalarda, daha az sıklıkla memebaşı akıntısıyla beraber görülüyor. Birden fazla ve memenin daha dışında görülen intraduktal papillomlarda, memebaşında görülen tek intraduktal papillomlara oranla beraberinde veya sonrasında her iki memede kanser görülme riski artıyor.
Memenin İltihaplı Hastalıkları

Memenin iltihaplı hastalıkları (mastitler), 18-50 yaş arası görülüyor. Apse (püy) varsa acil cerrahi olarak boşaltmak gerekiyor. Klinik olarak bazen meme kanserinden ayırt etmek zor olabiliyor. Antibiyotik tedavisine cevap vermeyen durumlarda enfeksiyonlarda kanseri ekarte etmek için mutlaka biyopsi gerekiyor.

MEMEDE İLTİHAP (Laktasyonel mastit):

Emziren annelerde en sık doğum sonrası 1. haftada olmak üzere yüzde 3-20 arası memede iltihap gelişebiliyor. Meme başındaki çatlaklar, yaralar, kabuklanma ve kötü hijyen memebaşında mikrop üremesine yol açıyor. Böyle vakalarda antibiyotikle tedavi olmazsa üçte birinde mastit gelişiyor, antibiyotik ile bu oran yüzde 5’lere düşebiliyor. Böyle durumlarda emzirmeye devam etmek veya sütün pompa yardımıyla boşaltılması apse oluşumunu azaltıyor. Memedeki iltihap zemininde apse gelişmişse görüntüleme eşliğinde ya da cerrahi olarak boşaltmak gerekiyor. Zamanında müdahale edilemeyen vakalarda ciddi septik tablolar oluşabiliyor. Emziren anneler penisilinler, alerji varsa sefalosporin, klaritromisin, eritromisin benzeri antibiyotikler kullanabiliyor. Apse boşaltıldıktan sonra emzirme işlemine devam edilebiliyor, stazı azaltıyor ve enfeksiyonun gerilemesine yardımcı oluyor. Memede süt birikmesi memedeki iltihabi hadiseyi alevlendiriyor ve apse nüksünü artırıyor. Bu nedenle emzirme olmuyorsa mutlaka elle veya pompa ile sütün boşaltılması gerekiyor.

PERİDUKTAL MASTİT:

Emzirme dışı memede oluşan mastitlerden. Memebaşı etrafında  başlayan ve süt kanalları çevresinde gelişen bir iltihap. Yüzde 90 sigara ile ilişkili olup yaş ortalaması 35 olan genç hastalarda görülüyor. Sigaranın memebaşı ardındaki süt kanallarında tahribata yol açtığı ve mikroplara karşı eğilimi artırdığı düşünülüyor. Başlangıçta sadece areola kenarı eritem ve şişlik görülüyor. Sadece antibiyotik kullanımı bu semptomları geriletebiliyor. Ultrason gibi görüntüleme tetkiklerinde apse saptanırsa apse drenajı gerekiyor. Sadece drenaj sonrası nüks riski yüksek olduğundan sık sık tekrarlayan apse ile gelen hastalarda, memebaşı ardındaki süt kanallarını çıkarmaya yönelik bir ameliyat yapılıyor. Şeker hastalığı, kronik böbrek yetmezliği ve kemoterapi gören, bağışıklık sistemi baskılanmış, düşkün hastalarda memebaşından uzak bölgelerde apse (periferik nonlaktasyonel meme enfeksiyonları) gelişebiliyor. Bu durumda yine tedavide apseyi boşaltıp antibiyotik tedavisi uygulanması gerekiyor. Tüm hastaların yaşına ve muayene bulgularına göre, görüntüleme tetkiklerinde kanser şüphesi varsa abse veya iltihaplı bölgeden mutlaka biyopsi almak gerekiyor.

2

Tüberküloz mastiti ve idiopatik lobüler granülomatöz mastit olmak üzere iki türü bulunuyor.

Tüberküloz mastiti, ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde ve bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda (AIDS, kronik böbrek yetmezliği gibi) daha sık görülüyor. Tüberküloz mastitinde meme derisinde apsenin ağızlaşması şeklinde fistül görülmesi, memede kitle, koltukaltında akıntılı kitle veya apse gibi klinik tablolar görülebiliyor. Tanı için apse veya kitleden alınan örneklerin tüberküloza yönelik özel testlere tabi tutulması gerekiyor. Son yıllarda yaygınlaşan PCR testi gibi genetik bazı testler daha duyarlı sonuçlar veriyor. Tüberküloza yönelik testleri negatif çıkan hastalarda, apse drenajı ve antibiyoterapiye rağmen tekrarlayan meme apseleri görülüyorsa ve klinik şüphe varsa, testlerle tanısı konamayan bir tüberküloz düşünülebiliyor ve buna yönelik ilaç tedavisi, antibiyotik uygulanabiliyor. Sık sık apse drenajına ve ilaç tedavisine rağmen tekrarlayan tüberküloz mastitlerinde ise cerrahi girişimle memeden apse bölgesinin çıkartılması düşünülebilir.

İdiyopatik granülomatöz lobüler mastit, genç doğurma çağındaki hastalarda sık görülüyor. Memeye yönelik bağışıklık sistemi elemanlarının normalin üzerinde reaksiyon göstermeleri sonucu (otoimmün) oluştuğu düşünülüyor ve/veya geçirilmiş enfeksiyon, travma suçlanabiliyor. Gerek klinik gerekse radyolojik (ultrasonografi, mamografi, manyetik rezonans görüntüleme) olarak meme kanseriyle (özellikle inflamatuvar meme kanseriyle) ve tüberküloz mastiti ile sıklıkla karışabiliyor. Bu tür hastalarda da apse drenajı ve antibiyoterapiye rağmen tekrarlayan meme abseleri görülüyor. Apse veya dokudan alınan örneklerde tüberküloz testleri negatiftir. USG, MMG, meme MRI tetkiklerinde de kanserden ayrım yapılamayabiliyor. Kesin tanı için alınan şüpheli meme dokusunun inceleme için mutlaka patolojiye gönderilmesi gerekiyor. Tedavide, erken ufak kitleli hastalar kısa bir süre gözlemlenebilir. Bu tür kitleler kendiliğinden sadece antibiyotik ve ağrı kesici ilaçlarla gözlem sırasında kaybolabiliyor. Zeminde apse varsa, apse boşaltılabilir ve mikrobiyolojiye gönderilebilir. Bu tür tedavilere rağmen kitle kaybolmuyorsa; tek, sınırlı ve ufak bir kitleyse cerrahi olarak çıkarılabilir. Büyük veya birden fazla kitle mevcutsa steroid gibi bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlara başlanmalı. Bu tür ilaçlar en az 6 hafta, toplam 3-4 ay uygulanmalı. Hastalar 3 haftalık aralıklarla kontrol edilmeli. Bu tür bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlara başlanmadan önce hastanın tüberküloz olmadığından emin olunmalı. Bu kitleler kortizon tedavisine cevap verir ve küçülürse cerrahi olarak tamamen çıkarılabilir. Memede yaygın ise sadece kortizon tedavisi uygulanır, olumlu cevap alınmışsa ve kitleler yok olmuşsa hasta bu şekilde gözlemlenir ve takip edilir. Kortizona iyi cevap alınmamışsa benzer başka bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar denenebilir

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir